Sizin de gelenek haline getireceğiniz küçük bir ugulamayı sunuyoruz; Son yılın özetini yapmak ve yeni yıla hedeflerle başlamak için boşlukları doldurun ve sonraki yıl sonuna kadar saklayın. ***Mutlu Yıllar***


Yeni yılda;

1-İlk dileğin :

2-Öğrenmek veya yapmak istediğin bir şey :

3- Altın kelimen ne olacak? :

4-2013’degitmek istiyorum :

5-2013’de … (kesin yapmalıyım) :

6-2013’de ….(olmasından) korkuyorum :

7-2013’de hobim :

8-2013 bence yaşayabileceğim en yıl olacak :

9-2012 yaşadığım en .. yıl idi :

10-2012’da hayatımda …. var diye mutlu oldum :

11-2012’da iyi ki yapmışım :

12-2012’da keşke … yapsaymışım :

13-2012’u benim için anlamlı kılan … idi :

14-2012’da son dileğim :
                                                              
15-2012’da en çok’i sevdim :

16-2012’da en çok’den nefret ettim :

17-2012’da en çok …’ya gıpta ettim :

18-2012’da en çokmutlu oldum :
                                                                                                            
19-2012’da en çok …’den üzüldüm :

20-2012’da en çok ’den heyecanlandım :

21--2012’da en çok’den pişman oldum :

22-2012’da … yine yapardım :


Hayatın tüm güzellikleri sizinle olsun. Farkındalık dolu Mutlu Yıllar...

Dönüşümün 5 aşaması


Herhangi bir konudaki problemi çözerken başlangıçtan sona kadar takip ettiğimiz bir yol var,
1) Problemi Reddetmek; bu aşamada problemin varlığı bile bilinçli/bilinçsiz olarak reddedilir.
2) Problemin Kabulü;
3) Pazarlık; problem kabul edilmiştir fakat olay olduğu haliyle onaylanmamıştır. konuyla ilgili pazarlık sürecindeyizdir, “ama” ile başlayan cümleler kurulur, “böyle olsa/olmasa daha iyi olur”lar başlar.
4) Depresyon; problem çözülemediğinden dolayı kişi depresyona girer, ümitsizlik, isteksizlik, hayattan tat alamama, asabiyet, kırgınlık, kızgınlık gibi sağlıksız haller görülür. aslında bu durum yukarıdaki üç aşamadan daha da iyidir, çünkü çözüm yakındır.
5) KABUL; bu aşamaya geldiğinde şartsız kabul oluşmuştur. ve mevdut duruma razı olma hali vardır. sağlıklı halinde ise tasavvufdaki Rıza Makamı’na ulaşmıştır…
Bütün problemlerimizin çözümünün ortak anahtarı “KABUL”dür. ne kadar erken kabul edersek o kadar kısa zamanda sonuca ulaşırız.
Problemi kabul,
Hastalığı kabul,
Diğer insanları kabul,
Hepsinden önemlisi kendini olduğu gibi kabul…
Son yıllardaki bilimsel araştırmalar bunu doğrulamaktadır. birçok hasta hastalığını kabul ederek hastalığından kurtulmuştur. Ho’oponopono’nun ve kuantsal şifa yöntemlerinin çıkış noktası da budur.
Kabulden sonra bu problem’in hayatına neden girdiğini fiziki veya spiritüel olarak fark etmek etkiyi on kat daha artırmaktadır.

Çapraz Düşünce Tekniği


Önce problemi tespit edersiniz.  Sonra alfabenin harflerini ele alırsınız; A, B, C, D, E, F diye.  A harfiyle başlayan bir kelime, mesela “armut”. Seçtiğimiz kelimenin mutlaka somut olması gerekiyor. Yani “anlamak” olmamalı; “armut” olabilir. B harfiyle başlayan “brokoli”, C ile “cam”, D ile “davul”, E ile “et” mesela. Kelimeleri koyduk. Sonra bu kelimelerle ilgili özellikleri çıkaralım. Armudun özelliklerini sayalım: Bir şekli var, tatlı, sapı var, kabuğu var ve sulu. B harfinde ne vardı? Brokoli; yeşildir, kıvır kıvırdır, kış sebzesidir. C harfinde cam; gözlük yapılır, kırılır, pahalıdır. Bunları çoğaltabilirsiniz. Bütün alfabeyle de yapabilirsiniz ama 5, 6 harf yeterli olur genelde. Şimdi problemi bu yuvarlağın tam ortasına yerleştirelim. Problem neydi? Patronunuzun sizden çok kısa sürede yapmanız için kapasitenizin üstünde bir iş istemesi. Bu sorunu bir şekilde çözmeniz, yeni fikirler üretmeniz lazım. Şimdi biz ne yapmıştık? A harfiyle ilgili armut kelimesini bulmuştuk ve armudun çeşitli özelliklerini sıralamıştık. Armut bir form sahibidir, dedik değil mi?
Problemimizle bağdaştıralım. Patronumuzun bize verdiği işin formu nedir? Çeşitli formlar oluşturmak faydalı olabilir mi? Bu yöntemle “mind-map” dediğimiz bir akıl haritası çıkarmak çok önemli. Bir daire çizin ve ortasına probleminizi yazın. Sonra problemin olduğu dairenin çevresine bulduğunuz nesnelerle ilgili özellikleri yazın.
Beynin nöronları birbiriyle ilişkili problemleri çabucak birleştirecektir. Örneğin armudun form özelliğinden yapacağınız işin boyutlarını belirlemeniz gerektiğini çıkarabilirsiniz. Buna “Çapraz Düşünce Tekniği” deniyor. Zihninizi zorlayabildiğiniz kadar zorlayın. Bu beyin fırtınası ilk başta biraz yavaş gider ama daha sonra zihin hızlanmaya başlar.
Eğer çözemediyseniz problemi düşünmeyi bırakın. Yemek yiyin, duş alın, dışarı çıkıp biraz temiz hava alın.  Göreceksiniz ki ilham, inanılmaz bir şekilde kendiliğinden gelecek.  Buna da “Arşimet Tekniği” diyoruz,  Düşüncenin kuluçkaya yatırılması…

Alıntı

DNA / RNA’larda Kayıtlı Bilgilerin Anahtarı: Solfeggio Frekansları


Düşüncenin ve ilgili biyolojik yapıların, gelişimi için çeşitli teknikler vardır. Simya eski çağlardan bir örnektir ve karanlıktan ışık yaratma bilimidir. Simyanın asıl amacı kurşunu altına çevirmek değil, insan fizyolojisini, altın ışığa çevirmek yani ışık bedeni yaratmaktır. Bugün DNA ‘da saklı potansiyeli canlandırmak için koşulsuz sevginin, ses ve niyetin özel kombinasyonları kullanılıyor. Bu bağlamda ya bilinçli tekâmül ya da güçlerimizin yanlış kullanımı ile yok olmak arasında karar vermemiz gereken bir kavşaktayız. DNA bizi Galaktik Kaynağa bağlayan ama maalesef toksinler ve travma ile kalitesi düşen bir antendir.


Kendimizi iyileştirebileceğimiz bir gerçektir. Şöyle ki, bedenimizi O Yüce’nin enerjisi ile dengeye getirdiğimiz zaman, şifa veren güneş içimizden doğar. Bu şifa veren enerjileri tasavvur ederek onlara uyumlanabiliriz. Ancak, sadece içimize bakarak şifalanmak mümkün değildir. Asıl önemlisi, koşulsuz sevginin içsel tutumunu benimseyerek, şifa veren güneş ile sesimizi de kullanarak kendimizi dengeye getirmemizdir. Bunu gerçekleştirmek için kullanılan pek çok dijital aleti başta Ruslar olmak üzere Amerika, Almanya, Fransa büyük bir hevesle geliştiriyorlar. Fakat her bireyin kendisi için en uygun olan ses kendi sesidir. Çünkü hançeremizin uzunluğu ile bedenimiz arasında özel bir orantı vardır ve o sesi çıkarırken dilimiz, damağımızda en doğru yerlere temas eder.
Solfeggio ölçeği
Solfeggio ölçeği denen bir ses dizini var. Bu şifa ve kaynakla uyum için kullanılan altı notalı bir ölçektir. Bu altı notanın kutsal setinin dünyayı biçimlendirmek için, Yaratıcı tarafından kullanıldığı kabul ediliyordu. Bu bilgilerin, halkın onları öğrenmek için hazır olmadığı gerekçesiyle orta çağda Roma Kilisesi tarafından ortadan kaldırıldığı veya saklandığı rivayeti vardır.
DNA’ nın aktive edilmesinde Kuşların ve Yunusların dili veya Yeşil Lisan denilen ve sesli harflerden oluşan bir genetik koddan yararlanılır. Bu beş sesli harf DNA ve RNA ‘yı temsil eder ve onları tonlayabilen, bu sesleri işitebilen ve istekli olan herkesin DNA ‘sını daimi olarak aktive eder. Orta Amerika’da birçok yerli geleneklerde kaynağın, sadece beden-zihin-ruhu iyileştirmeyen ayrıca da ölümsüzlük sağlayan ve GE olarak bilinen bir frekans yaydığına inanılır.
Solfeggio Frekanslarının Su Kristalleri Üzerindeki Formasyonları
Yaşamın anahtarı müzikal doğadadır. Yaşam, kuşların dili olarak bilinen konuşma türü ile birlikte kullanmak üzere dizayn edilmiştir. Bu güçlü kombinasyon doğru bir şekilde kullanıldığında ışık bedeni inşa etmek için potansiyel DNA ‘yı akort ve aktive eder. Uyuyan DNA ‘nın aktive olması ile birçok genin yeniden düzenlenmesi, hem bilinçliliği, hem biyolojiyi eş zamanlı olarak dönüştürür, fiziksel sonuçlar meydana getirir. Başlangıçta insanlar grup bilinçliliğine yakın bir şekilde bağlantılı idi. (hiper iletişim). Bireyselliği denemek için bu hiper iletişimi tamamen terk etti. Şimdi grup bilinçliliğinin ağını yeniden kazanma çabasındayız. Bu, DNA ‘mız aracılığı ile tüm bilgiye erişeceğimiz bir ağdır. Morfik rezonans ile de bağdaşan bu ağ tıpkı internette olduğu gibidir. DNA ‘da aslında biyolojik bir bilgisayardır. Ona veri yükleyebiliriz, veri indirebiliriz hatta diğer katılımcılara e-mail gönderebiliriz.
Son yıllarda gelişen nöroloji  artık kendi kendimizi programlayabileciğimizi dile getirmektedir. Her frekansın ayrı ayrı işlevleri olduğu bilim dünyasında da kabul edilmekte. Suçluluk, pişmanlık,ilişkiler, kapanıklık ya da epifiz bezinin aktivasyonu için uygun frekanslarla tedaviler günümüzde yapılabiliyor. Frekans boyutunda oluşmuş bir tıkanıklık madde boyutuna aynen yansıyor.
-Nasıl dinlenir
1. İlk dinlemede yatarak ve çok rahat bir pozisyonda olun.
2. Sesi tolere edebileceğiniz en yüksek düzeye çıkarın
3. Başınızın arkasında tokat atılmış gibi bir his duyabilirsiniz, audio bitene kadar yavaşça hafifleyecektir.
4. Dinleme bittikten sonra hafif bir bulantı olabilir. Baş ağrısı başlayabilir. Bu etkile beyninizin iki yarısı arasında oluşan yeni sinir bağlantıları nedeniyle meydana gelmektedir. Bu durumdan zevk alın çünkü aydınlanma süreciniz başladı.
5. baş ağrısı için kesinlikle ağrı kesici almayın. Bu çok çok önemlidir. Bu durumun yeni oluşan sinir ağı yolaklarına bağlı olduğunu anlamanız gerekir.
6. Vücudunuz tam olarak iyileşene kadar 12-16 saat uyuyacaksınız. İyileşme sırasında bir miktar yorgunluk hissedeceksiniz fakat bu işlemi 5-6 hafta devam ettirmeniz gereklidir.
7. Başta uyuşma, çok fazla yorgunluk hissederseniz dışarıya çıkın ve derin nefes alın. Bundan sonra çok fazla yenilenmiş hissedeceksiniz.
8. Bol su için ki vücuttaki toksinlerinizi atın. Bu dönemde çok fazla proteine ihtiyacınız olacaktır.
10. Bu audioyu hiçbir etki hissetmeyene kadar dinleyin. Bu durum, artık sizin aydınlanma için gerekli potansiyeliniz olduğunun işaretidir.
11. İyileşme süreci sırasında çakralarınızın çoğu aktive olacaktır. Telepatik, iyileştirici güçler vs daha güçlü olacaktır.
Eğer başınız ağrıyorsa Rast makamında bir eserin frekansı sizi rahatlatacaktır. Ayaklarda yaşanan bir rahatsızlıkta ise Uşşak makamı şifa olacaktır. Solfeggio Frekanslarıda bu tarz uygulamalara örnek olarak verilebilir.
01 – 174 Hz – Foundation
02 – 285 Hz – Quantum cognition
Ut – 396 Hz – Kederi sevince çevirmek
Re – 417 Hz – Uyumlanma süreçlerini hızlandırmak
Mi – 528 Hz – Dönüşüm ve mucizeler (DNA onarımı)
Fa – 639 Hz – Bağlantılar ve ilişkileri dengelemek
Sol – 741 Hz – Kendini ifade ve çözüme erişme
La – 852 Hz – Ruhani duruma geri dönüş
09 – 963 Hz – Numinous accord

Tanımlanmış olan bu frekanslarla kendimizi akort edebiliriz. Böylece frekans boyutumuzdaki parazit kayıtları temizleyip an’ı yaşamamıza ket vuran engeli ortadan kaldırmış oluruz. Niceliksiz ve niteliksiz, olarak seyr halini yaşayabilmek adına sonsuz alemlerden açığa çıkan yollara erişebiliriz.

Solfeggio Frekansları için tıklayınız: Solfeggio Frequencies

Buradan bilgisayarınıza indirebilirsiniz: Download Kaydetmek için : Seçtiğiniz frekansın üzerine mouse’unuzın “sağ tuş”u ile tıklayınız ardından “farklı kaydet” seçeneğine tıklayınız.

Ayrıca Bkz: Wikipedia Solfeggio Frequencies

Önemli Not : Kulaklıkla Dinleyiniz !
şŞe tarafından Derlenmiştir

Şifacılık ve Ruhsal şifanın iyileştirici gücü

Kendimizi ve bedenimizi ne kadar tanıyoruz? Bu can alıcı soruya vereceğimiz cevaplar, klasik toplumsal telkinler ve eğitim ile öğrendiğimiz bilgilerle sınırlıdır.
Oysa İnsan varlığı üzerine yapılan çeşitli araştırma sonuçlarına baktığımızda, insan bedeninde birtakım enerji merkezlerinin olduğunu ve hatta bunların haritalarının bile çıkarılmış olduğunu görüyoruz. Bu enerji merkezlerini beş duyumuzla algılamamız mümkün değildir. Ancak parapsikolojik araştırmalarda çok yol almış olan Ruslar, bu enerji alanlarının bir kısmını görünür hale getiren Kirlian fotoğraf tekniğini geliştirmişlerdir. Kirlian fotoğraflarında, bu enerji merkezlerinin durumunu, duygu ve düşüncelerin niteliğine göre değişen renklerle tespit etmek mümkün olabilmektedir.
Zaman zaman toplumda pek çok kişi de, tüm canlıların bedenleri etrafında parlayan bir enerji bulutu gördüklerini ifade ederler. Bu kişiler, auranın renk ve şekil değişikliklerine bakarak, kişinin içinde bulunduğu fiziksel ve ruhsal durumu tasvir edebilmektedirler.
Bu enerji merkezleri insanın fizik bedeni üzerinde yer almayıp, fizik bedenin daha ince titreşimlerine sahip, ruhsal enerjinin fizik beden ile etkileşiminde katalizör vazifesi gören süptil bedenlerimiz (astral, esiri) üzerinde yer almaktadırlar.

SAĞLIK VE HASTALIK
Hastalıkların veya sağlık bozukluklarının çok yönlü sebepleri vardır. Görünen ve tıp tarafından kabul edilen sebeplerin yanında (bakteri ve virüsler, kötü beslenme...) bir de bağışıklık sisteminde meydana gelen güçsüzlükler söz konusudur.
Bağışıklık sisteminin ve hastalıkların yenilmesi sadece ilaç tedavilerine değil büyük ölçüde bizim ruhsal durumumuza bağlıdır. Çünkü hastalık dediğimiz süreç, temelde akışı engellenmiş bir enerjinin fizik bedenimize yansımasıdır.
Bu enerji akışındaki dengesizliklerin sebebi nedir?
Bu unsurlar direkt olarak zihin ve duygusal tavırlarımızla bağlantılıdırlar.
Zihin ve beden arasındaki ilişki öylesine bütünleşmiştir ki, psikolojik ya da duygusal sebepleri bulunamayacak hastalık yok gibidir.
Yaşamımızı giderek artan bir şekilde tehdit eden stres, hastalığı azdıran en temel faktördür. Öfke, endişe, korku, ümitsizlik, üzüntü, darılma, yalnızlık vs. strese sebep olur. Stres, içsel gerilimimizi artırır, gerilimle birlikte kaslar sıkışır. Sıkışan kaslar, kan akışını ve sinir sisteminin fonksiyonlarını etkiler. Bu düzen bozulduğunda fiziksel rahatsızlıklar başlar.
Stresin sebeplerini kendi içimizde bulmaya çalışmak ve bir dizi gevşeme egzersizleriyle bu çalışmayı beslemek tüm kasları ve sinir sistemini rahatlatabilir.
Geleneksel tıp şüphesiz bize yardım etmekte ve gerekli olmaktadır. Ancak hastalıkların sebeplerini sadece fizik beden üzerinde iyileştirmeye çalışmak, problem kökten çözülmediği için tekrar önümüze gelmesine neden olmaktadır.
Gerekli enerji sağlandığında, beden bütünüyle sağlığını yeniden kazanma yeteneğine sahiptir. Önemli olan meydana getirdiğimiz ve beslediğimiz düşünsel ve duygusal hallerdir. Kuruntular, takıntılar, olumsuz düşünce süreçleri astral beden üzerinde yoğun enerji değişimlerine sebep olmaktadır. Fiziksel beden ile astral beden arasındaki uyum bozulduğu zaman ise bizler tekrar hasta oluruz.
Dolayısıyla öncelikle zihinsel dünyamızı diri ve sağlıklı tutmanın önemini kavramamız gerekir. Hür türlü tedavi, hastalığın iyileştirilmesinde bir araçtır. Önemli olan sağlığın ve canlılığın sürdürülmesi için tüm varlığımızla pozitif bir yaklaşım içerisinde olmamızdır.

ŞİFACILIK NEDİR?
Geniş bir perspektifte baktığımızda, şifacılık, tüm evrende bulunan, ancak biz insanların gerek görgü ve tecrübemiz gerekse takip ettiğimiz metotlar nedeniyle kullanmakta yetersiz kaldığımız bazı kanunlardan, güçlerden yani evren enerjisinden yararlanmak demektir.
Gerçek bir şifacı, tedavi ettiği hastasının astral bedeniyle ileşitim kurarak, bu beden üzerindeki enerji merkezlerini harekete geçirerek şifa veren gerçek bir medyomdur.

Şifacılık uygulamaları başlıca iki ana grupta toplanır:

1) MANYETİK ŞİFACILIK
Tüm insanlarda bulunan, hepimizin kullanıp aktarabileceği, manyetik, fiziki bir güçtür.
Manyetik kuvvetin insan organizmasına etkisi bilinen bir gerçektir. İnsan bedeni tıpkı bir pil gibi elektrik üretir ve bu güç aktarılabilir. Bu etkinin en çok aktarıldığı yerler, eller, gözler, nefes, aktarılma yöntemleri ise paslar, sıvazlamalardır.
En bilinen uygulaması, bir annenin huzursuzlanan çocuğunu kolları arasına alarak sakinleştirici etkisini bebeğe yönlendirmesidir.
Aynı şekilde şifacı da, manyetik enerjisini, bedenin belirli bir bölümündeki hastalığı iyi etme amacıyla bir başkasına aktararak basit bir manyetik şifa çalışması yapmış olur.
Daha sistematik olarak yapılan manyetizm çalışmalarında izlenilen metot ise şudur:
İnsan vücudu bir polarizasyona sahiptir yani bir kutuplaşma vardır. Genellikle insan bedeninin ön kısmı +, arka kısmı -, sağı +, solu - durumdadır. Madeni mıknatıslarda artı ve eksi kutuplar karşı karşıya geldiklerinde aralarında bir çekim, aynı isimli kutuplar da karşı karşıya geldiklerinde aralarında bir itim olmaktadır. Aynı şekilde insan bedenindeki bu polarizasyonda da, aynı isimli kutupları kullanarak uyartıcı, zıt isimli kutupları kullanarak ise sakinleştirici bir etki meydana getirmemiz mümkündür. Örneğin felçli bir kolu, solda ise, (-) olması nedeniyle, biz de sol kolumuzu yaklaştırmak suretiyle felçli kolda bir uyarma meydana getirebilir ve bu şekilde polarizasyon dengesini kurmuş oluruz.

2) RUHSAL ŞİFACILIK
Şifacı bir medyom vasıtasıyla yapılan, bedensel enerjisinin ötesinde, ruhsal tesirlere aracılık etmek, ruhsal rehberler yardımıyla gelen ruhsal tesirleri hastaya yönlendirmek suretiyle yapılan iyileştirme ve tedavi şeklidir.
Ruhsal şifa uygulamalarında ortaya konan enerjinin kaynağı ruhsal şifayı uygulayan kişi değil, Ruhsal Dünya’dır. Dünyadaki hiçbir maddesel alet, bu şekilde bir şifa verebilme yeteneğine sahip değildir.
Bu güç, ruhsal dünyanın titreşimleriyle uyumlanabilme yeteneğine sahip vazifeli varlıkların aracılığı ile fonksiyonunu yapar. Bu süreçte, bizzat medyomun kendisindeki yetenekler; medyomun ruhsal tesirlere olan hassasiyeti, ruhsal aleme olan inancı ve böyle bir vazife planıyla yeryüzüne doğması çok etkilidir.
Ünlü kahin, durugörür ve şifacı medyom olan Edgar Cayce’nin hayatı ve çalışmaları bu konuya verilebilecek en güzel örneklerden biridir.
Cayce, herhangi bir yere uzanarak transa geçtikten sonra, adeta fiziksel gözleriyle görüyormuşçasına, hasta yakınında olsun ya da olmasın, hastanın astral bedenindeki dengesizliklerin fizik beden üzerinde meydana getirdiği etkileri tespit edebilmekte ve tedavi yöntemleri önermektedir.
Ancak uyandıktan sonra bunların hiçbirini hatırlamaması ve verdiği reçetelere inanamaması, her şifa hadiseninin ardında ruhun şuurlu etkisinin bulunduğunun açık bir kanıtıdır.
Özellikle Amerika’da bu konuda pek çok örnek mevcuttur. Birçok durugörür, bir kimsenin bedeninin içine, sözcüğün tam anlamıyla bakabilmekte, bedenin et ve kemik dokularının içini görebilmektedirler. Bu çalışmaya “röntgen görüşü” derler ve bu sayede teşhisler yapabilirler. Örneğin bir organın durumunu rengine bakarak tanımlamakta; sağlıklı bir karaciğer koyu kırmızıyken, sarılıklı bir karaciğer sarı-kahverengi, kemoterapi uygulanan bir bireyin karaciğeri ise yeşil-kahverengi renklerde görünmektedir.
Çevredeki kişiler tarafından hastaya yönlendirilen pozitif düşünce ve niyetler, ruhsal alemden gelen şifacı tesirler de, ruhsal şifa çalışmalarında etkili olan en önemli unsurlardır.

RUHSAL ŞİFA GÜÇLERİ NASIL ÇALIŞIR?
Ruhsal şifa uygulamalarında bilinen fizik kuralların dışındaki birtakım ruhsal yasalar devreye girmektedir.
Ruhsal bir etkinin maddesel bir kimliğe bürünmeden organizmaya etkide bulunması mümkün değildir. Dolayısıyla bir aracıya ihtiyaç vardır.
Ruhsal şifacı, medyom, ruhsal alemle irtibat halindedir. Ruhsal rehberler, şifacı medyomdaki bedensel ve ruhsal duyarlılığı kullanarak, hastanın kendi içsel benliğiyle irtibata geçmesini ve onun iyileştirici gücünü kullanarak, astral bedendeki enerji dengesizliklerinin giderilmesini, fizik bedendeki iyileşmelerin sağlanmasını temin ederler.
Bu enerji nakli olayında, medyomun nitelikleri, insanlara karşı derin bir alaka, fark gözetmeden bir sevgi ve bağlılık duyması, moral seviyesi, sezgisi, içgüdüleri de çok önemli bir yer tutar. Bu tür ruhsal şifacılık maddi çıkarlar için kullanılamaz. Gerçek şifacılar, karşılıksız hizmet etme arzusuyla bu işi yapan yüksek vazifeli varlıklardır.

EN BİLİNEN RUHSAL ŞİFA UYGULAMALARI

TEMAS YOLUYLA YAKINDAN ŞİFA
Bu tür şifacılıkta şifacılar, rehber varlıklardan gelen şifa güçlerinin ellerinden geçmelerine aracılık ederek, hastalıkla bölgeyi saptayabilir ve şifa verebilirler.
Eller hasta sahanın civarına yaklaştığı vakit, kuvvetli bir sıcaklık veya soğukluk duygusu hissedilir. Eller o sahadan uzaklaşınca bu duygu kaybolur. Hasta, bu sıcaklığı veya soğukluğu, derinlere nüfuz eden bir güç olarak hisseder.
İşte bir hastanın şifa uygulaması esnasındaki deneyimleri; 

“Ruhsal şifayı yıllardır duyardım ve inanıp inanmamak konusunda değişken hislere sahiptim. Doktorların iyileştiremediği iki ciddi sorunum olduğunu bilen arkadaşlarımdan birisi bana bir randevu ayarladı. Kuşkulu hisler içerisinde gittim. Fakat şifacı üzerimde çalışmaya başladıktan yaklaşık üç dakika sonra tüm şüphelerim kaybolmuştu. Çok derin bir güven duyuyordum. Gevşediğimi ve korkularımın kaybolduğunu hissediyordum. Bu, soğuk bir günde insanın içini ısıtan güneş gibi bir histi. Daha sonra çekilmeler olmaya başladı. Bunu boyun kısmımda hissediyor fakat zihnimde görüyordum. Sanki dokuları hareket ettiren, düzenleyen parmaklar var gibiydi. Daha iyi bir kelime bulamadığım için ‘parmaklar’ diyorum. Bu belki de boynumda çalışan bir enerji alanıydı.... Organlarımın kıpırdadığını hissedebiliyordum. Kalın ve ince bağırsaklarım çalkalanıyor, içlerinden hava ve gıdalar geçiyordu. Kuyruksokumum sanki o bölgede çok fazla kan ve enerji varmış gibi kıpırdıyordu. Aynı zamanda kendime güven ve genel bir huzur hali de hissettim. Artık kendimi daha önceki gibi dağınık ve cansız hissetmiyordum.”

gnoxis.com

Aydınlanma üzerine

''Bana 'Aydınlanma süreci herkes için aynı mı?' diye soruyorsunuz. Aydınlanma bireysel bir süreçtir. Bireyselliği dolayısıyla birçok sorun yaratır. İlkin, bir kimsenin gerekli olarak geçmesi gereken belirli evreler yoktur. Herbir kişi değişik evrelerden geçer, çünkü herbir kimse, yaşamının çoğunda çeşitli tipte koşullanmalar biriktirmiştir. Bu yüzden, o bir aydınlanma sorunu değildir. Yolunuzu belirleyecek olan koşullanmışlıklarınızdır. Ve herkesin farklı koşullanmışlıkları vardır, bu nedenle, herhangi iki kişinin yolları aynı olmayacaktır. Bu nedenledir ki, tekrar tekrar herkesin izleyebileceği bir ana yol olmadığında, yalnızca küçük patikaların bulunduğunda ısrar ediyorum. Ve bu yol hazır bir yol değildir, sizin, hemencecik orada bulabileceğiniz ve üzerinde yürüyebileceğiniz bir yol değildir - hayır. Yürüdükçe onu oluşturursunuz, yürüyüşünüz onu belirler. 

Aydınlanma yolunun,  gök yüzündeki bir kuşun uçuşuna benzediği söylenir: ardında ayak izi bırakmaz, hiç kimse, kuşun ayak izini izleyemez. Herbir kuş, bulunduğu yeri kendi oluşturmak zorundadır fakat uçmaya devam ettikçe bunlar yok olur. Benzer bir durum, bir lider ve onu izleyen kimse arasında görülür.  Yalnızca bana inanın ve beni izleyin " diyen insanların aydınlanma hakkında hiçbir şey bilmediklerini söylüyorum. Eğer, bunu bilmiş olsalardı, bu sözü söylememiş olurlardı, çünkü, aydınlanan herhangi bir kimse, arkasında herhangi bir ayak izi bırakmadığını bilir; şimdi insanlara "Gelin ve beni izleyin" demek anlamsızlıktır.''


Osho

Osho - Egonun Kabuğunu Kırmak ve Aşık Olmak


Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır. Aşk korkusu nedir? Bunun nedeni birisini gerçekten sevdiğinde egonun eriyip kaybolmaya başlamasıdır. Ego ile birlikte sevemezsin, ego bir engele dönüşür. Ve sen kendinle diğer kişi arasındaki engeli kaldırmak istediğinde ego, "Bunun sonu ölüm olacak, dikkat et!" der.

Egonun ölümü senin ölümün değildir, egonun ölümü gerçekte senin yaşam olasılığındır. Ego sadece senin etrafındaki ölü bir kabuktur, o kırılıp atılmalıdır. O varlığa doğal bir şekilde erişir; tıpkı bir seyyahın elbiselerinin, bedeninin üzerine tozları toplaması gibidir. Ve o bu tozdan kurtulmak için yıkanmak zorundadır. Biz zaman içerisinde ilerlerken tecrübelerimizin, sahip olduğumuz bilginin,
yaşamış olduğumuz hayatın, geçmişin tozunu toplarız. Bu toz egoya dönüşür. O birikir ve kırılıp atılması gereken etrafındaki bir kabuğa dönüşür. Kişi her gün, aslında her an yıkanmak zorundadır. Böylelikle bu kabuk asla bir hapishaneye dönüşmez.

Egonun nereden geldiğini, köklerini anlamak faydalı olacaktır.
Bir çocuk, özellikle insan evladı doğar ve mutlak surette çaresizdir. O başkalarının yardımı olmadan hayatta kalamaz. Hayvanların, ağaçların, kuşların yavrularının pek çoğu anne babası olmaksızın,
toplum olmaksızın, aile olmaksızın hayatta kalabilir. Arada bir yardıma ihtiyaç duyulsa da bu çok küçük bir şeydir; birkaç gün en fazla birkaç ay. Ancak insan evladı öylesine çaresizdir ki başkalarına
yıllar boyunca bağımlı kalmak zorundadır. Köklerin aranması gereken yer burasıdır.

Niçin çaresizlik insan egosunu yaratır? Çocuk çaresizdir, başkalarına bağımlıdır ama ancak çocuğun cahil zihni bu bağımlılığı sanki kendisi dünyanın merkeziymiş gibi yorumlar. Çocuk, "Ne zaman ağlarsam annem hemen koşar, ne zaman acıksam sadece bir işaret vermeliyim ve meme bana verilir. Ne zaman altım ıslansa sadece azıcık bağırmak ve birisi gelir ve elbiselerimi değiştirir" diye düşünür. Çocuk bir imparator gibi yaşar. Aslında o kesinlikle çaresizdir ve bağımlıdır ve anne baba, aile ve onun bakıcıları onun hayatta kalmasına hep birlikte yardım ediyorlar. Onlar çocuğa bağımlı değildir, çocuk onlara bağımlıdır. Ancak çocuğun zihni bunu, sanki o dünyanın merkeziymiş gibi algılar. Sanki tüm dünya onun için varmış gibi yorumlar.

Ve çocuğun dünyası elbette başlangıçta çok küçüktür. O anne, bakıcı ve kenarda duran babadan oluşur; çocuğun tüm dünyası budur. Bu insanlar çocuğu sever ve çocuk giderek daha çok ve daha çok egoist hale gelir. O kendisini varoluşun tam merkezinde hisseder ve bu şekilde ego yaratılır. Bağımlılık ve çaresizlik aracılığıyla ego yaratılır. Aslında çocuğun gerçek durumu düşündüğünün tam tersidir, böylesi bir egoyu yaratmak için gerçek bir neden yoktur. Ancak çocuk tamamıyla cahildir, o bu şeyin karmaşıklığını anlayabilecek kapasitede değildir. O çaresiz olduğunu bilemez, o diktatör olduğunu düşünür. Ve sonra tüm hayatı boyunca diktatör olarak kalmaya çalışacaktır. O bir Napolyon, bir İskender, bir Adolf Hitler haline gelecektir; senin başkanlarının, başbakanlarının, diktatörlerinin hepsi çocukturlar. Onlar çocukken tecrübe ettikleri şeyin aynısını elde etmeye çalışıyorlar; onlar tüm
varoluşun merkezi olmak istiyorlar. Onlarla birlikte dünya yaşamalı ve ölmelidir; tüm dünya onların çeperidir ve kendileri de onun merkezidir; yaşamın anlamının ta kendisi onların içinde gizlidir.
Çocuk elbette doğal olarak bu yorumun doğru olduğunu görür çünkü annesi ona baktığında annenin gözlerinde onun hayatının anlamı olduğunu görür. Baba eve geldiğinde çocuk babanın hayatının anlamının kendisi olduğunu hisseder. Bu üç ya da dört yıl sürer. Ve hayatın başlangıcındaki yıllar en önemli yıllardır; bir kimsenin hayatında asla aynı potansiyele sahip bir zaman olmayacaktır.

Öğrenme ve bilinç aşamaları


"Ne zaman bir şeyi iyi öğrenseniz, aynı öğrenme aşamalarından geçersiniz:

•   Bilinçsiz Yetersizlik. (Bilmediğimizi bilmiyoruz.) Bir şeyi öğrenmeyi denemeyi düşünmeden önce, bu beceride ne kadar yetersiz olduğunuzun farkında değilsinizdir; bunu daha düşünmemişsinizdir bile.

•   Bilinçli Yetersizlik. (Bildiğimizi bilmiyoruz.) Yeni bir beceriyi öğrenmeye başladığınızda, yetersizliğinizin farkına varırsınız.

•   Bilinçli Yeterlilik. (Bildiğimizi biliyoruz.) Biraz alıştırmadan sonra, bir beceride yeterlilik gösterir hale gelebilirsiniz ama becerinin büyük bir kısmı hala bilinçli olarak yapılmaktadır. Ne yapıyor olduğunuzu düşünmeniz gerekmektedir.

•   Bilinçsiz Yeterlilik. (Bilmediğimizi biliyoruz.) En sonunda, beceriyi, bilinçsizce yapabileceğiniz bir noktaya ulaşabilirsiniz. Onu, bilinçli bir dikkat göstermeden kendiliğinden yaparsınız.

Ne zaman bir şey öğrensek kaçınılmaz olarak bu aşamalardan geçeceğimizi bilince, yol boyunca yapacağımız kaçınılmaz hatalara karşı kabullenici ve hoşgörülü olabiliriz."

OSHO-Çocuk / Kendin Olma Özgürlüğü (Children Freedoom to be Yourself)


Çocuk anne babalar tarafından çirkin şekillerde koşullandırılıyor. Anne baba koşullandırması dünyadaki en büyük köleliktir. Bu tamamıyla ortadan kaldırılmalıdır. Sadece o zaman insan, ilk defa, gerçekten özgür, hakikaten özgür, sonuna kadar özgür olacaktır, çünkü çocuk insanın babasıdır. 
Şayet çocuk yanlış bir şekilde büyütülürse o zaman tüm insanlık yanlış yöne gider. Çocuk tohumdur. Şayet tohumun kendisi zehirlenmişse, bozulmuşsa, o zaman özgür bir insan bireyi için hiçbir umut yoktur, o zaman bu rüya asla gerçek olamaz. Kişilik senin içinde, senin doğanın içinde anne baba, toplum, din adamı, politikacı ve eğiticiler tarafından üretilmiştir. Onların tüm amacı her çocuğu, kurumsallaşmış olan topluma uyum sağlayacak şekilde sakatlamaktadır, her çocuğu mahvetmektedir. 
Bir korku vardır: Şayet çocuk en başından itibaren koşullanmadan bırakılırsa o öylesine zeki, öylesine tetikte ve farkında olacaktır ki onun tüm yaşam tarzı bir başkaldırı olacaktır. Ve hiç kimse asileri istemez; herkes boyun eğen insanlar ister. Anne babalar boyun eğen çocukları sever ve unutma ki boyun eğen çocuk en aptal olandır. Başkaldıran çocuk ise zeki olandır ama ona saygı duyulmaz ya da o sevilmez. Öğretmenler onu sevmez, toplum ona saygı göstermez; o kötülenir. 
Ben ise senin çocuklara saygı duymanı isterim.

Osho

OSHO-Ben Dini Değil Dindarlığı Öğretiyorum


Din insanların anladıkları şey değildir. Din Hıristiyanlık değildir. Hinduizm değildir. Müslümanlık değildir. 
Dünyada var olan tüm dinler -ki sayıları hiç az değildir, dünyada üç yüz din vardır- ölü kayalardır. Onlar akmazlar, onlar değişmezler, çağla birlikte hareket etmezler. 
Tüm sözde dinler yaşantınızı, sevginizi, sevincinizi yıkarak ve kafalarınızı Tanrı hakkında, cennet ve cehennem, reenkarnasyon (genedoğum) ve çeşitli saçmalıklar hakkında fantazilerle, kuruntularla ve halüsinasyonlarla doldurarak size mezar kazıyorlar. 
Hakiki dindarlığın peygamberlere, kurtarıcılara, kutsal kitaplara, kiliselere, papalara, rahiplere ihtiyacı yoktur çünkü dindarlık yüreğinizin çiçek açmasıdır. O varlığınızın en merkezine ulaşmaktır. Ve varlığınızın en ortasına ulaştığınız an bir güzellik, saadet, sessizlik, ışık patlaması olur. Tümüyle farklı bir kişi olmaya başlarsınız. Yaşamınızda karanlık olan her şey ve yaşamınızda yanlış olan her şey kaybolur.

Osho

OSHO-Altın Gelecek (Golden Future)


Her zaman yaşam nehriyle birlikte git. Asla akıntıya karşı gitmeye, nehirden hızlı akmaya çalışma. Sadece mutlak bir rahatlık içinde, her an kendini yuvada, rahat ve varoluşun içinde huzurlu hissederek git. 
Unutmaman gereken şey yaşamın kısa değil sonsuz olduğu ve bu yüzden de aceleye hiç gerek olmadığıdır. Acele etmek yalnızca bir şeyleri kaçırmana neden olur. Varoluşun acele içinde olduğunu gördün mü hiç? Mevsimler zamanında gelir, çiçekler zamanı gelince açar, ağaçlar hayat kısa diye hızla büyümek için koşuşturmazlar. Tüm varoluş yaşamın sonsuzluğunun farkında gibi görünür. 
Biz hep buradaydık ve hep burada olacağız; tabi ki aynı biçimlerde, aynı bedenlerde değil. Yaşam evrimleşmeye, daha yüce evrelere erişmeye devam ediyor. Ama bunun bir sonu olmadığı gibi, bir başlangıcı da yok. Başlangıçsız bir yaşamla, sonsuz bir yaşamın ortasında var oluyorsun. Daima bu iki taraflı sonsuzluğun ortasında yer alıyorsun. 
Varoluşun gizemlerini soruşturmaya bıraktığın anda varoluş kapılarını sana açar, seni buyur eder. Ve varoluşun gizemlerine bir misafir olarak girmek onurlu bir şeydir. Doğaya saldırmak, doğayı zorlamak ise barbarlıktır. Altın gelecek işte bu olacaktır; bilim varoluşla bir mücadele veya çekişme yerine bir aşk ilişkisine girdiğinde; onunla tezat olarak değil, derin bir ahenk, derin bir dostluk içinde var olabildiğinde.

Osho

Kendini Sev - Osho

Kendini sev ve izle – bugün, yarın, her zaman. Gautama Buda’nın en önemli öğretilerinden biri ile başlıyoruz: Kendini Sev.
Dünyadaki tüm gelenekler size tam tersini öğretir- uygarlıklar, kültürler,dinler. Onlar şöyle der : Başkalarını sev, kendini sevme. Ve bu öğretinin ardında kurnaz bir strateji yatar.

Ve öğretilerini çok mantıklı sunarlar, derler ki, “Eğer kendini seversen egoist olursun; eğer kendini seversen narsist olursun”. Bu doğru değil.
Kendini seven bir insanda ego olmaz. Kendini sevmeden başkalarını seversen, sevmeye çalışırsan, ego ortaya çıkar. Misyonerler, sosyal reformistler, topluma hizmet edenler dünyadaki en büyük egolara sahiptir – bu doğaldır, çünkü kendilerini üstün insan sanırlar. Sıradan değildirler – sıradan insanlar kendilerini severler.

Aşk görev tanımaz. Görev bir yük, bir formalitedir. Aşk bir keyif, paylaşımdır; gayrı resmidir. Seven kişi asla yaptıklarını yeterli bulmaz; hep daha fazlasının mümkün olduğunu düşünür. Seven kişi asla “Diğerine karşı yükümlülüğümü yerine getirdim” diye düşünmez. Tam tersine, “Aşkım kabul edildiği için ben yükümlülük altındayım. Armağanımı geri çevirmeyerek, kabul ederek beni ona mecbur bıraktı” diye düşünür.

Ama yüzyıllardır köklerin kesiliyor, zehirleniyor. Kendini sevmek konusunda gözlerin korkutuldu – halbuki aşka doğru atılan ilk adım ve ilk deneyim. Kendini seven bir insan başkalarını da sayar çünkü bilir ki : “Ben neysem başkaları da öyle. Benim aşktan, saygıdan, gururdan hoşlandığım gibi başkaları da hoşlanıyor.” Temel özellikler konusunda birbirimizden farkımız olmadığını bilir; hepimiz biliriz. Aynı kurala göre oynuyoruz. Buda der ki, aynı sonsuz kanuna tabiyiz – aes dhammo sanantano. Ayrıntılarda farklılık gösterebiliriz – bu çeşitlilik yaratır, güzeldir – ama temelde hepimiz aynı doğaya aitiz.
Kendini seven insan aşktan öylesine keyif alır, öyle mutlu olur ki aşkı taşmaya, başkalarına ulaşmaya başlar. Ulaşmak zorundadır! Seversen paylaşmak zorundasındır. Sonsuza dek kendini sevemezsin, çünkü bir şeyi apaçık göreceksin: eğer bir kişiyi, kendini sevmek bu kadar keyifli ve güzelse, aşkını pek çok kişi ile paylaşmak kimbilir daha ne kadar zevkli olacak!

Ama aşkın en baştan başlaması gerekir. Aşkın şu ilk adımla başlaması gerekir :
Kendini sev.
Kendini lanetleme. O kadar çok lanetledin ki, üstelik hepsini kabullendin. Şimdi kendine zarar veriyorsun. Kimse seni yeterince değerli bulmuyor., Tanrı’nın yarattığı bir güzellik olarak görmüyor; hiç kimse kendine ihtiyaç olduğunu düşünmüyor. Bunlar zehirli fikirler ama sen zehirlemişsin.

Kendini suçlarsan nasıl gelişirsin? Nasıl olgunlaşabilirsin ?

Diyorlar ki, “insanlığı, anayurdunu, ülkeni, hayatı, varoluşu sev.” Büyük laflar ama tamamen anlamsız. Sen hiç insanlık ile karşılaştın mı ? Hep insanlarla karşılaşıyorsun – ve ilk karşılaştığın insanı lanetliyorsun, o da sensin.
Kendine saygı duymadın, kendini sevmedin. Şimdi tüm yaşamın başkalarını lanetleyerek geçecek. İnsanlar bu nedenle herşeyde kusur arıyorlar. Kendilerinde kusur buluyorlar – başkalarında nasıl bulmasınlar ? Üstelik bulmakla kalmayıp büyütüyorlar, koskocaman hale getiriyorlar.Bu tek çıkış yolu gibi görünüyor; bir şekilde, gururunu kurtarmak için, böyle yapmak zorundasın. İşte bu nedenle bu kadar çok eleştiri ve bu kadar az sevgi var.
Ben bunun Buda’nın en güçlü sutralarından biri olduğunu söylüyorum ve ancak aydınlanmış bir kişi sana böyle bir görüş sunabilir.
Diyor ki, Kendini sev…Bu radikal bir değişimin temelini oluşturabilir. Kendini sevmekten korkma. Tamamen sev ve şaşıracaksın: Tüm kendini suçlamalardan, kendine saygısızlıklarından kurtulduğun gün, kendini değerli ve varoluşun sevgisine layık hissettiğin gün – işte o gün kutsal bir gün olacak. O günden itibaren insanları olduğu gibi göreceksin ve merhametli olacaksın. Ve bu sonradan edinilmiş türden bir merhamet olmayacak; doğal, içten bir duygu olacak.

Kendini sev, diyor Buda, ve hemen sonra da izle diye ekliyor. Bu Buda’nın meditasyona verdiği ad. İlk şart kendini sevmek ve sonra izlemek. Kendini sevmezsen ve izlemeye başlarsan, intihar etmeye kalkabilirsin. Bir çok Budist intihar etmeye niyetlenir çünkü sutra’nın ilk kısmına dikkat etmezler. hemen ikinci kısma geçerler: “Kendini izle.” Hatta, ben Dhammapada hakkında, Buda’nın sutraları hakkında, o ilk bölüme dikkat çeken tek bir yoruma dahi rastlamadım. : Kendini sev!

Kendini sevmenin kendini tanıma ve izlemeye zemin hazırladığını kimse düşünemiyor…halbuki kendini sevmezsen kendinle yüzleşemezsin. Kaçarsın. İzlemenin kendisi de kendinden kaçış halini alabilir.
İlk adım : Kendini sev ve izle – bugün, yarın, her zaman.
Osho’nun ‘Aşk, özgürlük ve tekbaşınalık’ kitabından

Başmelek Mikail'den Aydınlanma Yolunda Mesajlar


Aydınlanma yolunda yürüyen tam deneyimli bir spiritüel aday haline gelmeniz için gerekli olan bilgiyi bir araya getirmenize yardımcı olacak bazı önemli anahtar noktaları size vermemize izin verin lütfen:

Duygusal beden bir aynadır
Dış uyarılara yanıt verir; başka insanlar, olaylar, duygusal bağlanmalar ve bağımlılıklar gibi. 
Hayat yolunda nazikçe ve saygıyla ilerleyin. Ayırt ederek yumuşak konuşun. Hareketlerinizin Tanrı Benliğinizin saflığını yansıttığını ve başkalarının takip etmesi için Işıktan ayak izleri bıraktığını görün. 
Kozmosta olduğu gibi Ruhunuzun da gel-git döngüleri vardır. 
Ruh, yeni bir deneyim döngüsü için BEN'İM Varoluşundan yaşam Özünü kendine çeker. Bu döngünün sonunda, yaşam Özü, yavaşça çekilir ve fiziksel ölüm ile sonuçlanır; fakat, gerçek Siz, Ruhsal formunuzla yaşamaya devam edersiniz çünkü siz ölümsüzsünüz.
 Üçüncü / dördüncü varoluş boyutunun illüzyonuna kapılmış olan uykudaki bir insana nazaran Ruhun dürtü ve etkileri, farkındalık yoluna adım atmış bir Varlıkta çok daha güçlüdür
Yükseliş merdiveninde yukarı tırmanmak için Ruhsal bilincinizin sürekli genişleyen halini sürdürmek için çabalamalısınız. 
Yeni Dünya Hizmetkarlarının arasında olacak olanların birbirlerini fark etmelerinin zamanıdır. 
Eleştiri, egonun ve alt zihnin işidir. Eleştirmek ya da kendinde veya başkalarında kusur bulmak aşırı zararlı bir şeydir. Dikkatinizi odakladığınız şeye enerji verirsiniz; bu nedenle, her şeyin ve herkesin içindeki iyiliği görmek çok önemlidir.
 Yapıcı eleştiri, bazen gerekli olabilir. Ancak, sadece bir kişinin zararlı bir tavrını düzeltmek, doğru şekilde harekete geçmesini ya da uygun yönü bulmasını sağlamak üzere kullanılmalıdır. 
ANCAK DENEMEKTEN VAZGEÇTİĞİNİZDE BAŞARISIZ OLURSUNUZ. Zaman kaybedebilirsiniz; ancak, her hatanızdan deneyim kazanmalısınız. Büyüme ve bilgi, ne yapmamak gerektiğini öğrenmekten ve seçip gayret gösterdiğiniz alanda usta olmanıza yardım edecek becerileri geliştirmekten gelir. 
Düşük titreşimli enerji, Ruhunuzun Şarkısında uyumsuz frekanslar yaratır. Uyumsuz titreşimler, ortaya çıktığı bölgede ya da fiziksel bedende odaklandığı noktada rahatsızlığa neden olur
Negatif enerji kalıpları yeterince güçlü ise, hastalık yaratabilir ve nihayetinde tüm bedeni sarmasına neden olabilirsiniz. Yüksek Benliğiniz, rehberleriniz ve melek yardımcılarınız vasıtasıyla duygusal bedeninizin kontrolünü ele geçirmelisiniz ki Kozmik gerçeğin ince frekanslarının alıcıları haline gelebilesiniz. 
Zihninizi, bozuk, negatif, yıpratıcı düşüncelerden arındırmalısınız. Tanrı-bilincinin kozmik kütüphanelerinden gelen bilgileri ancak temiz bir beden alıp yansıtabilir. 
Ruhsal bir arayışta olan kişi, toplumun fikirlerine, yargılarına ya da başarısızlıklarına önem vermeyi reddeder. 
Adaylar, bilgileri ya da amelleri ile değil titreşim frekansları ya da Işık katsayıları ile fark edilirler.
Unutmayın, sevgililer, RUH BENLİĞİNİZDEN GELEN ÇAĞRI SİZ O ÇAĞRIYI ÖNEMSEYENE KADAR YANKILANMAYA DEVAM EDECEK. 
Birçoğunuz gerçek görevlerini yerine getirmeye başladı ya da getirmeye hazır; göreviniz ne olursa olsun, mutlak hedefin Yaratıcının Sevgi / Işığını taşımak olduğunu sakın unutmayın.
Geleceğin belirsiz olduğunun ve herkesin, çeşitli seviyelerde acı ve rahatsızlık deneyimlediğini biliyoruz. Mucizelere ve kaydettiğiniz gelişmeye odaklanmanızı, dünyanızda meydana gelen büyük değişimlerden geçerken kitlesel korkuların zihninizi etkilmesine izin vermemenizi istiyoruz. 
Bilin ki birlikte tüm sıkıntıların üstesinden geleceğiz. 
Sevgili varlıklar, kendinizi yalnız hissettiğinizde ya da şüphe veya umutsuzluk içindeyken, Işık Piramidinize gelin, bizi sizi içinde olduğunuz hal içinden çekip çıkaracak ve size cesaret ve ilham vereceğiz. Yalnız ya da sevgisiz hissettiğinizde, kalp merkezinize dönün; biz orada olacağız, sizi Anne / Baba Tanrımızın parlak sevgisi ile doldurmak üzere bekliyor olacağız. BEN sizin daimi yoldaşınızım.
Ben BAŞMELEK MİKAİL.

www.reikiyasam.com

Kişisel Rüya Yastığı Nasıl Hazırlanır


  Rüya görme sağlıklı bir beyin için 
gereklidir. Rüya bilinçaltının beyinle iletişime geçmesiyle 
gerçekleşir. Bilinçaltı bizimle iletişim kurmak için semboller ve 
kelimeler seçer, rüyalar genelde bir şeylerin sembolleşmesidir. Bilinçaltı genelde şartlanmaları kullanır,bazen 
oldukça zorlu şekillere dikkat etmeliyiz.

Eğer bilinçaltı bizim duygularımıza katlanamadığımızı 
hissederse,problemlerimizi bize parçalar halinde sunmaya başlar.
Bu genellikle olayların şu anki durumunun sembolik olarak açığa 
çıkmasıdır. İlk yazılanları kabul ediyorsak,rüya görebiliriz 
demektir. Sonra rüya huzurla beraber gelişmeye başlayacaktır.

Rüyalar cevapları içerir.önemli bir şey hakkında düşünüyorsanız ve 
sorununuz varsa karar vermeden önce uyuyun,bilinçaltınız size 
çözümleri ulaştıracaktır.İmajlar ve olaylar herkesin kişisel 
bilinçaltına göre şekillenir.

Belirli amaçlar için rüya yastığı yaparken en iyi yol bilinçaltınızın 
problemler ve çözülmelerde sizinle çalışmasını sağlamaktır.
Rüya yastığı aynı zamanda kabuslarla başa çıkmanızda da size yardımcı olur.

geleneksel olarak,bazı bitki ve yağlar belirli amaçlar için 
kullanılır. Aşağıdaki listede kişisel rüya yastığınızı hazırlamak için 
otların listesi vardır.
Kararı siz vereceksiniz.


YAĞLAR:
bergamot:(nane içermemeli)stresi alır,rahatlatır ve sakinleştirir.

yasemin:ruhsal rüyaları sağlar,sakinleştirir,depresyonu kaldırır,huzur verir.

sümbül:kabusları durdurur.

lavanta:rahat ve derin uyku sağlar.

leylak: Geçmiş yaşamın anımsanmasına yardımcı olur.

mimosa: Gerçekleri gösterir,gelecek olayları gösterir,kararlara 
yardımcı olur.


BİTKİLER:

melekotu: geleceği gösterir ve rüya görme gücünü arttırır.

anason:kabusları geri püskürtmek için bir parça kullanılır.

defne yaprağı:negatif enerjiyi geri iter,yaratıcılık sağlar.

sedir:kötü rüyaları uzaklaştırmaya yardımcı olur.

karanfil:güçlü kokusu olduğu için ufak bir miktar kullanın. geçmiş acıları tarihe gömmenize yardım eder.

şerbetçi otu:şifa ve rahat uyku verir.

mercan kök:depresyonu azaltır.

pelin otu:kehanet rüyaları ve imgeleme

katır tırnağı:kötü rüyaları kovar

biberiye:güçlü kokusundan dolayı az kullanın.kabuslardan uzak 
tutar,baş ağrılarını engeller.

baldıran/kedi otu:derin rahatlama,bazı kediler kedi nanesi gibi bunu da 
severler onları bu bitkiden uzak tutun!!!

sarı kantaron:ruhları kovar.

Yazar:DJ CONWAY
kaynak: meditasyon.biz

Kartalın Doğuşu


 Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşlarındayken çok ciddi ve zor bir kararı vermek zorundadır.     

Kartalın yaşı 40′a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.     
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burada iki seçimden birisini yapması gerekir. 
Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır.    
Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. 
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 

5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.   

 Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız. Ancak geçmişin gereksiz yüklerinden kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlardan tam olarak yararlanabiliriz.